SEVGI MI? JOKER MI?
Insanın insanla ilişkisi hayatın renk yelpazesi ile boy ölçüşebilir renklilikte. Ilişkilerin niteliği, şiddeti, süresi, bıraktığı iz, yaşayanları taşıma gücüne sahip olduğu tinsel düzlemler, yaşattığı bedensel hazlar ve binbir çeşit duygunun katkısı ile ilişkilerin her biri yelpazede kendine has bir yere sahip. Bu ilişkilerden biri gençliğimden beri özellikle ilgimi çekmiştir hep. Dikkatimi çekmesinin sebebi anlamakta ciddi ciddi zorlanmış olmam. Farklı yaşlarda, farklı bağlamlarda, zaman zaman kendi yaşantımda, pek çok zaman ise iletişimde olduğum insanların, okuduğum kitap ve izlediğim filmlerin kahramanlarının hikayelerinde karsılaştığım ‘sevgi‘yi, 'aşk'i kavramaya çalışırken buldum kendimi hep. Kavramakta zorlanmamın sebebinin 'sevgi'nin renk yelpazesi genişliği diye düşünüyordum. Ancak uzun süren gözlemlerim bu renk yelpazesinin, renk cümbüşünün benim bu 'kavramı‘ anlamamda bir engel teşkil etmediğini gösterdi bana. Tam tersi, bu kavramın yaşatabildiği nüanslardaki zenginlik, birbirinden son derece farklı tinsel coğrafyalar beni büyüleyebilirdi. Ancak büyüle(ye)miyordu. Onun yerine ben ömrümün çok büyük bir kısmını ‘Saygıyı, bir insanın başka birine saygısını ve hatta hayranlığını anlayabiliyorum, ancak sevgisini kavrayamıyorum‘ diyerek dolaştım. Bana söylenen sevgi sözcükleri hiç söylenilmemiş gibiydiler. Yoklardı. Var olamıyorlardı. Hiçbir şey ifade etmiyorlardı. Ben de kimseye, 'acaba 'seni seviyorum' demek nasıl bir duygu yaşatır bana’ merakından ötürü söylediğim az kereler dışında, kimseye sevdiğimi söyleme ihtiyacı duymuyordum. Bundan ötürü mutsuz muydum? Hayir, hiç degildim. Hatta eksikliğini dahi hissetmiyordum.
Birgün bunun sebebini anladım. Çünkü içten içe ‘sevgi‘ kavramının ve kelimesinin kullanımını, ki ayni şey ‘aşk‘ için de geçerli, son derece kaypak, güvenilmez buluyordum. ‚Sevgi’ tam bir jokerdi. Insanlar kendi ihtiyaçlarına, egolarına, pek çok zaman edinecekleri çıkarlarına göre, onlara gerektiği sürece, karşılarındaki kişinin zaaf ve ihtiyaçlarını değerlendirip karşılarındakini manipüle edebilecekleri jokeri kullanıyorlardı. Insanların ‚Seni seviyorum‘ denmesine ihtiyaçları vardı ve onun içindir ki bu joker son derece başarılı işler görüyordu. Jokerin söylendiği kişi manen neye ihtiyaç duyuyorsa, 'Seni seviyorum'u nasıl anlamak istiyorsa, öyle anlayabiliyordu. Çünkü sevgi jokeri her şey anlamına gelebilirdi. ‘Seni seviyorum‘ diyen kişi pek çok zaman karşısındakini 'görmeye' ihtiyaç dahi duymuyordu, çünkü bu sözle sevilme açlığı yaşayan kişi anında jokerde ihtiyaçlarının karşılandığı hissini yaşayabilirdi.
Yaşananlar, paylaşımlar, birbirilerine ayrılan ilgi, alaka, zaman, şefkat, özveri, vs. ne kadar eksik olursa olsun, sevilme ihtiyacı yasayan kişi joker olarak kullanılan ‚Seni seviyorum‘ ifadesine kilitlenip ilişkinin aslını, pek çok zaman ilişkisizliği göremez oluyordu. Yeterki ‚Seni seviyorum’ densindi. Alannah Myles’in ‚Lover of Mine’ isimli şarkısı geliyor aklıma. ‚Make me feel that you wanna be a lover of mine.’ Gençliğimde yıllarca bu şarkıyı hücrelerimde hissederek dinlemiştim. Simdi sorguluyorum da, bu ve benzeri şarkılarla gizli gizliye beynimin yıkanmasına izin vermiş olabilir miydim? Neyseki şarkıların sözlerini dinleyememek, anlayamamak gibi bir özelliğim var. Bu özelliğim beni az biraz korumuş olabilir. Karşındaki insan seninle zaman geçirmekten keyf almıyorsa, sana karşı şefkat besle(ye)miyorsa, seninle hayati yaşamak ona yalnız veya başka birileri ile yaşamaktan daha çekici gelmiyorsa, o kişi neden sana seni sevdiğini söylesin veya sende seviliyor olduğun yanılgısını yaratsınki. Sen bunu yapar misin? Yaparsan neden yaparsın? Yapmaz mısın? Peki sen neden kandırılmak istiyorsun o zaman? Bu soruya ben şu cevabı verdim: Kendine, hayatına ve ilişkilerine karşı dürüst olmayan insan ancak kandırılmak ister. Kendini, hayatını ve ilişkilerini doya doya yaşamaya cesareti olmayan kişiler, -miş -mış gibi yaşayanlar. Çünkü bir şeyi gerçekten, doya doya, bütün tadları ile, sadece hayallerinde değil, gerçekten yaşıyorsan başkalarının sevgi sözcüklerine veya iltifatlarına ihtiyaç duymazsın. Bir insan kimlerle, neleri, nasıl yaşıyorsa, ki bu iliski insanin kendisi ile yaşadığı ilişki de olabilir, işte insanın hayatı odur, ne daha fazla ne daha az. Paylaştığımız zaman, ilgi, alaka, özveri, birlikte hayata gerdiğimiz göğsümüz, aştığımız zorluklar ve engeller, ve tabiki birlikte içilen cay, kahve, yapılan temizlik, hazırlanan yemekler, sevilen çocuklar, gidilen tinsel veya gerçek seyahatler, vs. bize ve karşımızdaki insana mutluluk yaşatıyorsa, bunların hepsi ayrı ayrı ‚Seni seviyorum’ demektir. Sen bu paylaşımlarda ya ‚Seni seviyorum’u doya doya yaşar ve söylenmesine ihtiyaç dahi duymazsın, ya da sevilme açlığında birilerinin seni kandırmasını beklemeye devam edersin.
Ve tabiki pusuya durmuş, stratejilerini geliştirmiş ‚sevgi açlığı’ yaşayanları sömürmek üzere avını bekleyen karşı roller de söz konusu. Sevgi kelimesinin içini boşalttıkları yetmiyormuş gibi, zehirli bir hale dönüştürenler. Toplumun bu pek zehirli aktörlerini de unutmamalı. Sevildiğine inanmak için karşısındakinden beklentileri olanlar. Çünkü onlar bu beklentileri yerine getirilmediği sürece sevildiklerine ikna olmayacaklardır. Ve işte onun içindirki sevemiyorlardır. Bu beklentiler çeşit çeşit olabilir. Sevseydin akşamları eve erken gelirdin. Sevseydin ben geldiğimde yemek hazır olurdu. Sevseydin istemesen dahi benimle sevişirdin. Sevseydin çalışmak istemezdin. Sevseydin çok çalışırdın. Sevseydin bana şunu veya bunu alırdın, arabayla götürürdün, seyahate çıkarırdın. Sevseydin başını örterdin. Sevseydin kıskanırdın. Sevseydin kıskanmazdın. Sevseydin... Sevseydin... Bu bahaneler sevmeyen, ancak ilişkiyi topyekün terketmeden önce karşısındakininin ilgisini sömürmek isteyenlerin kullandıkları bir strateji. Ve sevilmek açlığı yaşayan insanlar bu kapana kolaycacık kaptırırlar kendilerini. Gerçi belki de sevildiğinin ispatını talep eden kişi hiçbir zaman ilişkiyi terk edemeyecektir, çünkü o da en az sevilmeye aç olan kadar açtır sevildiğinin ispatlamasına.
Oysaki sevmek pek çok zaman ne kadar doğal, beklenti ve sözlere ihtiyaç duymayan, bir haldir. Yanina sırnaşan bir kediyi okşarken, onun da senin gibi bundan keyf aldığını hissettiğin ve bunu hissettiğin müddetçe yaşayıp yaşatmak istemen kadar doğal ve sade bir hal. Uyuyan bir çocuğun üstünün açılmış olduğunu görüp, üşümesin diye sessizce üstünü örterken, içinden alnını öpme isteğinin uyanması, bunu rahatsız etmemeye özen göstererek şefkatle yapmak kadar huzurlu bir hal. Aşı olurken, senin korktuğunu sezinlediği için, koskoca adam demeden, senin korkunu azaltmak adına seni çene çalmaya teşvik eden doktorun anlayışı gibi bir hal.
Benim sevme açlığı yasayanlara koyduğum tanı şudur: Onlar hayatta subje, yani özne olmak, yani yaşayan, deneyimleyen, haz alan, seven olmak yerine, obje, yani nesne, olmaya eğitilmiş kişilerdir. Birinci problem budur. Ikinci problem ise, kendilerine karşı yeterince dürüst olamamalarıdır. Bu sebepten ötürü, büyük bir ihtimalle toplumun dayattığı 'obje olmaktan‘ kendilerini kurtaramamaktadırlar. Sonuç olarak da her zaman birilerinin onlara söyleyecekleri jokere ihtiyaç duyarlar. Ancak ortalamanın üzerinde kurnazlarsa, jokerin varlığını ve manipülatif gücünü keşfedip, sevgiye aç birilerine kapan kuracaklardır. Ayrımına vardıkları jokerleri ellerinde, karşılarındaki sevildiklerini ispat ettikleri taktirde onlara jokeri göstereceklerini vaat ederek sömürüye girişeceklerdir.
Insanlar için ne mi diliyorum? Sevebilmelerini diliyorum. Doya doya sevebilmelerini. Sevgiyi kendileri ile ilişkileri dahil, bütün ilişkilerinde yaratabilmelerini, ve tadını çıkarabilmelerini diliyorum. Öyle ki kimsenin ‚Seni seviyorum'una ihtiyaç duymasınlar. Sevgiyi, yaşanacakların öznesi olarak rengarenk, her perdeden yaşayıp çalabilsinler. Ve kimsenin kimseye sevgisini ispat etmesinin gerekmediğini, sevgi yaratabilmek için özgür ruhun gerekli ve şart olduğunu bütün hücrelerinde hissedebilmelerini diliyorum. Bu dönüşüm, sevgi açlığı yaşamadıkları gibi sevgi yaratma kudretini hayatlarından yakinen tanıyan insanlar, belki de mutlu aşk şarkıları yazıp söyleyerek başlatılabilinir.