Montag, 24. September 2012

MIS À NU - tr



NINEL ÇAM ile Söyleşi:

Türkiye kökenli koreograf Ninel Çam, 11 Ekim 2012 günü saat 20:00'de Stuttgart, Treffpunkt Rotebühl'de MIS À NU isimli dans performansını sergileyecek. Kendisi ile sanata, dansa ve hayata dair bir söyleşi yaptık. 

www.ninel.de, www.ninelcam.blogspot.de

- Sayın Ninel Çam, sizin mimar olduğunuzu öğrendik. Ancak şu an koreograf olarak çalışmaktasınız. Bu iki mesleği nasıl bir arada yaşamayı başarıyorsunuz?

- Evet ben mimarlık eğitimi aldım. ilk önce Istanbul Mimar Sinan Üniversite'sinde. Eski Güzel Sanatlar Akademisi. Peşinden Stuttgart Üniversite'sinde. Arada bir sene de Fransa'da L'ecole d'Architecture de Nancy'de. Bu eğitimi aldığım için çok da memnunum. Mimarlık eğitimi insanın dünya görüşünü açan, duyarlılığını arttıran bir eğitim. Ve belki de herşeyden önemlisi, herhangi bir konuya, bir probleme nasıl sistematik ve yapıcı bir tavırla yaklaşılırı öğreniyorsunuz. Özellikle Almanya'da son derece elit bir eğitimden geçtiğime inanıyorum. Profesörlerimiz birşey öğrenmek isteyen her öğrenci ile yakinen ilgileniyor, yolunu açıyor ve herkese ayrı ve özgün destek verebiliyorlardı. Yeter ki talep gelsin ve bu talebin sağlam olduğunu anlasınlar.

Ben Istanbul'dayken Stuttgart Üniversitesi Mimarlık Fakültesinin sunduğu seçmeli derslerin kitapçığı geçmişti elime. Bu çeşni, bu spektrum beni çok cezbetmişti. Sanat ilgimi oldum olası çok çekmiştir. Bu dersler arasında film, fotograf, resim ve hatta dans'ın olduğunu görünce bu Üniversite'de eğitimime davem etmem gerektiğine karar verdim. Öyle çok kolay olmadı tabi bürokratik işlemler. Olayın maddi tarafi da cabasi. 'Istemek', gerçek anlamda 'istemek' çok önemli. Bu istek için bazı kurbanlar vermem gerektiği ve gerekeceğinin bilincindeydim. Verdim de.

Fransa'da bir yıl eğitim gördükten sonra, Stuttgart'a gelip bitirme projemi yapmaya başladım. Normalde bir sömestir ayrılır bu projeye. Ben bir yıl ayırmaya karar verdim. Çünkü yeni bir şey deneyecektim ve çok başarılı olmalıydım. Tedbirli davranmam gerekiyordu. Profesörüm bitirme projesi olarak bir koreografi yapmami teklif etti bana. Bu teklif beni çok heycanlandırdı tabi. Beni önceki projelerimden tanıyan hocam bunun altından kalkacağımı sezinliyor, bana güveniyordu. Bu güveni hissediyordum ben de. Ancak bitirme projesi bir koreografi olan bir mimara hangi büro iş verirdi. Bu soru beni düşündürüyordu. Şimdi, yillar sonra, bazi mimarlık bürolarının özellikle benim gibi kişilikleri de aradıklarını biliyorum. Ancak o zaman bu bilince sahip değildim.

Hayatımda yapmaktan en çok haz aldığım şeyi yapabilecekken, bu kaygıdan ötürü, hayatımı sağlama almak adına son derece risksiz, sürprissiz bir yolu mu tercih etmeliydim? Hayır, ben yolumun bu yol olduğunu, koreografik çalışmalarla devam etmem gerektiğini biliyordum. Sekiz yaşımdan bu yana hep dans ediyordum. Pek çok koreografi ile sahne almiştim. Bu tutku beni birakmamişti hiç. O dönem yakın ilişkide olduğum Amerikali New Dance hocasi Keriac bana destek olabileceğini söyledi. Kendi hocam mekana dair şiir yazarak bu ise soyunmami önerdi. 'Gedichte eines Körpers im Raum – Bedenin Mekandaki Şiiri' – isimli, koreografimin temelini oluşturan şiirlerim, bu dönemde dünyaya geldi. Mimarlığa gelince. Mimar olarak çalışmadim hiç. Bir gün güzel mimari işler yapacağimi düşünüyorum nedense. Sezinliyorum demek daha doğru olacak sanki. Aslinda 'biliyorum' demek geçiyor içimden. Oysa ki nasil olur. Mümkün değil. Yolum mimariden gitgide uzaklaşiyor. 'Bilinçli', ayaği yere basan Ninel, bunu söylerken zorlaniyor, ve hayalperest olmak olasılığından çok rahatsızlik duyuyor. Ancak bakalim. Hayat neler getirecek, neler gösterecek. Kaç yıl yaşayacağım. Hayat kucağında hangi süprizler ile beni bekliyor olacak.

- Söylediklerinizden Almanya'ya, Stuttgart'a üniversite eğitimi için geldiğinizi anliyorum.
- Evet. Ve gelerek çok doğru yapmış olduğumu düşünüyorum. Hem çalışıp, paramı kazanıp hem üniversite eğitimimi tamamladım. Illaki eğitimim olabileceğinden daha uzun sürdü bu sebepten ötürü. Ancak bundan hiç gocunmuyorum. Ben kendimi okuttum. Böyle bir imkanın olduğu bir ülkeye gelmiş olmak çok doğruymuş. Pek çok ülkede yüksek eğitimin paralı olduğunu ve ciddi meblalar talep edildiğini unutmamak gerekir. Ben bu sebepten ötürü Almanya'da yaşayan Türk ailelerin ne yapip edip de çocuklarının üniversite eğitimi imkanindan faydalanmalarinı sağlamamalarına çok şaşarım. Ayaklarinin önünde son derece kaliteli eğitim verilmekte, onlar gerekli çabayı gösterip, çocuklarının bundan öylesi istifade etmelerini başaramamaktalar.


- Üniversiteyi bitirme projenizi başari ile sonlandırabildiniz mi?
- Evet, tabi ki. Can-i gönülden çalıştığınız bir işe yeterli ilgi ve zaman ayırırsanız, biraz da şansiniz yaver giderse, yani şansiniz büsbütün size engel çıkarmazsa, başarmamak için bir sebep yok. Evet benim şansım pek bir açıktı. Beni anlayabilen danscılar ile çalıştım. Bu projeye bol miktarda zaman ayırmaktan çekinmediler. Alışılmışın dışında bir koreografik teknik ile çalişiyordum, bu metodu tanımamakla birlikte onlara çok şey kattığının farkındaydılar. Gelişiyorlardı ve bu gelişim manen doyuruyordu sanıyorum onları da. Aynen beni doyurduğu, mutlu ettiği gibi. Buna bazi arkadaşlarımın, ki bazıları ile bu projeden ötürü tanıştım, verdikleri profesyonel teknik destek de eklenince … Evet yolum açıktı.

Bir yıl sonra GEDICHTE eines KÖRPERS im RAUM, yani BEDENIN MEKANDAKI ŞIIRI isimli dans performansımı sergilediğimde, beklediğimizin çok üstünde ilgi uyandirmişti. Öyle ki, gelen seyircilerin hepsini içeri alamamıştık. Oyun son derece başarılı geçti. Oyununun sonunda, bazı dostlarım, projemi incelemek ve notlandırmak üzere görevli üç profesörün çalışmam hakkındaki yorumlarını dinlerken gözyaslarını tutamamışlardı. Hep birlikte son derece dingin bir gurur yaşıyorduk. Hep birlikte, çünkü bu çalışma hepimizin biraz eseriydi. O kadar çok arkadaşım, dostum desteğini esirgememişti. Ancak büyük maddi olanaklarla üretilebilecek bir prodüksiyonu, biz herhangi bir maddi destek almadan, sahneye koymayı başarmıştık. Son derece özel bir ruh halini birlikte soluyor, birlikte yaşiyorduk. Profesörler çalişmama 1,0 notunu layik gördüler. Ben o ana kadar yüksek bir not beklentisi içerisine girmemiştim hiç. Inanir misiniz aklımın ucundan dahi geçmemişti. Ve şimdi bana verebilecekleri en yüksek notu veriyorlardi. Hayat bazen çok özel anlar yaşatabiliyor insana.

- Bitirme projenizden sonra Almanya'da kaldiniz?
- Aşk meşk hayatı çok belirleyici oluyor nerde yaşadiğınız konusunda. Yani single değilseniz, ki ben evliydim, yalniz veremiyorsunuz her kararı. Istekler ve imkanlar arasında dengeler kurmak gerekiyor. Ve tekrar tekrar kurmak gerekiyor bu dengeleri. Ben Almanya'daki hayatımdan gayet memnunum. Illaki zor, sıkıcı, bana çok da hitap etmeyen yönleri var bu hayatın. Hani denizi olan bir şehir, yılın dörtte ücü güneşli günleri olan bir coğrafya, gülmenin, mutluluğun, muhabbetin hayatın merkezindeki değerler olarak yaşanan bir kültür... illa ki gönül bazi başka şeyleri arzu eder. Ama demek ki burdaki hayatımın özellik ve güzellikleri bu arzularin baskın çıkmasını engelliyor. Kim bilir bir zaman gelir, yeni dengeler aranır, yeni dengeler kurulur.

- Eğitiminizi kendiniz finanse ettiğinizden bahsettiniz. Üniversite eğitimi görmek isteyen pek çok kişinin maddi sebeplerden ötürü bu yolu tercih etmediği bilinen bir gerçek. Bu konuda ne diyeceksiniz?
- Yıl boyunca üniversitede Hiwi – wissenschaftliche Hilfskraft- olara çalışıyordum. Nerdeyse bütün öğrenim süresince. Aylık giderimin yarısını bu işle kazanıyordum. Şansım oydu ki, Türkiye'den geldikten bir ay sonra, hiwi job bulmayı başarmıştım.
Giderlerimin diğer yarisini ise 'Papa Bosch' veriyordu. Yilda dört beş hafta fabrikada vardiyalı çalışıyor, yüklü para kazanıyordum. Bu gelir ise bütün bir yıl boyunca aylık giderimin diğer yarısını karşılıyordu. Ilk laptopumu da bu parayla almıştım.

Gerçi ilk yıl fabrikada çalışma fırsatım olmamıştı. O yıl her ay dört beş yüz DM borca giriyordum. Sağolsun henüz çok yeni tanışıyor olduğum arkadaşlar destek çıkıp bana borç vermişlerdi. Nasıl güvenmişlerdi bana hala inanamıyorum, ama sanıyorum bu güven duygusu, ihtiyacı olana destek verme güdüsü bizim kültürümüzde kaybolmamış bir özellik. Biraz onlar sayesinde yoluma devam edebildim. Teşekkürü borç bilirim.

Gelelim ögrencilerin eğitimlerini çalişarak kendilerinin finanse etmesine. Ben bunun son derece dogru ve hoş bir yol olduğunu düşünüyorum. Kendini asalak gibi hissetmediğin, kendi ayakların üzerinde durduğun bir yol. Böylesi imkanların çokluğu herhangi bir toplum için büyük bir kazanım olacaktır. Öğrencilere burs vermek yerine böyle imkanlar sunmak kadar doğru bir tavır olamaz. Ve hatta ben bu imkanların politik bilinç ve kararlarla desteklenmesi gerektiğini inanıyorum. Şu gün, bu tip iş imkanları nasıldır bilemiyorum. Umuyorum hala vardir, ve hala bol miktardadır, çünkü bu pek çok bireyin kimseye gebe kalmadan kendini yaratmasına destek olacaktır.- Gelelim 11 Ekim 2012 günü Treffpunkt Rotebühl'de sunacağınız performansınıza. Bu çalişmanız hakkında ne söylemek istersiniz?
- “Buyrun gelin, beklerim.” demek isterim. Geldiğizde “Hoşgeldiniz!” demek isterim. :-)


- Performansınız hakkında bilgi vermekten bahsetmiştim.
- Tabi anlıyorum.
Bu noktada bir ikilem yaşıyorum. Tabi ki işim hakkında söyleyebileceğim çok şey var. Çünkü düşünülmüş, çalışılmış pek çok konu, pek çok detay var. Ancak bunlar hakkında konuşmak, açıklamada bulunmak ne kadar doğru olur. Gelecek seyircilerin yaşayabilecekleri küçük sürprizleri ellerinden almak, onların yaşayacakları çağrışımları kısıtlamak anlamına gelmez mi bu. Öte yandan sıcacık evlerinden, yumuldukları koltuklardan, televizyonun, bilgisayarın karşısından kalkıp, yollara düşmek için, onları neyin beklediğini sezinlemeleri gerek. Gerçi bu motivasyonu yaşamanın 'deneyimlemiş' olmaktan geçtiğini düşünüyorum. Yani sanatın, dansın ve performansın sunduğu nadide hazzi tadmış olmak çok önemli bir faktör. Bu da başlı başina bir kültür. Belki de insanlarımızın pek de tanımadığı bir kültür.

Ben sekiz aylık hamileyken eşimle Bavyera'ya küçük bir köye taşınmak durumunda kalmıştık. Son derece 'romantik' bir düşünce ile, eşimin iş yerine de yakin olan bu köyün dışına doğru, tarlalara, ormana, göllere yakın bir evde yaşamaya karar verdik. Çiftlik iki adım, tarlalar üç, orman dört, göller ise beş altı adım ilerimizdeydi. Çocuk ile bu hayatın bize biçilmiş kaftan olduğuna inandık nedense. Son derece yanlış düşünmüştük. Bir yılı geçmemişti ki, benim içimdeki sanatçı isyan etmişti. Sanattan, kültürden, entellektüel sohbetlerden uzak kalmıştım. Ve herşeyden önce tesadüfi karşılaşmalardan, buluşmalardan uzak kalmıştım. Hayatimiz bir 'mutlu aile tablosu'ydu. Ancak bu tablodaki Ninel dişarı fırlamak istiyordu. Beş yil geçkin bu tablonun içinde yaşadım ben. Doğru dürüst sanattan beslenemediğim gibi, sanat üretmem de son derece zorlaşmıştı. Her attığım adım ciddi çabalar gerektiriyordu.

Derken beş yıl sonra Stuttgart'a geri döndük. Ve ben MIS À NU'yü ürettim. Bu eser benim için bir anlamda 'come back'dir. Geri dönüş. Geri dönebilecek miydim? Bedenim, beynim, ruhum ne alemdeydi. Hala muktedir miydim? Cevabını ben dahi bilmiyordum. Görecektim. Mart 2011'de oyunu sahnelediğimde hayatın bana tekrar “Hoşgeldin!” dediğini hissettim. Sanat üretmek bedende ve ruhta bazı özel kasların aktif olmasını gerektirir. Bu kasların çalışmaktan şiddetli hazlar duymak istemesidir. Bu kasların kendi var olduklarını hissetme ihtiyacıdır. Ben yıllar sonra bu kasların, bu güçlerin içimde var olduğunu, ve beni farklı alemlere yoculuğa çıkarabildiklerini yaşayabilmiştim.

- MIS À NU ne demek?

- MIS À NU Fransizca bir ifade. Bir şeyi bütün çıplaklığı ile ortaya koymak anlamına geliyor. Almanca karşılığını bulamadim bu ifadenin. Almanca'da 'Nacktgestellt' kelimesini ürettim. Ancak biraz da tedirgindim Alman kulağı, Alman zihniyeti nasıl algılar bu üretilmiş kelimeyi diye. Onun için asıl olarak fransızcasını kullanmayı tercih ettim.
Bu projenin temeli Fransa'da atıldı. Bir kolokyuma davetliydim. Bu etkinlik dahilinde yarim saatlik bir performans sergilemiştim. Benim çalışmam hakkında basında `mis á nu' başliğini kullanmışlardı. Ben de küçük bir gülümseme ile, müteşşekkür, bu ifadeyi doğmakta olan çalışmama isim eyledim.

Bu kararımda, illaki Fransız dilinin müziğine duyduğum sempati de bir etkendir. Fransa'da geçirdiğim bir yılın sanatsal anlamda 'özgüveni'mi çok beslemiş olması, ve 'benim Fransa'ma duyduğum minnet duygusu da.


- MIS À NU, yani Nacktgestellt'in içeriği hakkında hiçbir şey söylemiyecek misiniz?
- Bir bireyin hayatta pek çok role girdiği, pek çok rol yüklendiği, pek çok oyunu oynadığını, oynamak zorunda kaldığını düşünüyorum. Giyilen kıyafetler gibi bir rolden diğerine geçebiliyoruz. Sevgililik, annelik, iş, eş ve kariyer ortamındaki roller vs. Rollerin daha derinde yatanları, kavranması daha zor olanları ise, annenin babanın, ve hatta daha önceki jenerasyonların bireyin kişiliği, hayattaki rolü ile ilgili beklentileri. Projeksiyonları. Sosyal ortamın kıstasları, sınırları da aynı şekilde. Bu rollerin bazıları birbirleri ile uyumlu bir şekilde yaşayabildikleri halde, bazıları birbiri ile çelişebiliyor, birbirlerini köstekliyor, engelliyor. Bu roller, giyilen kiyafetler gibi, o bedenin, o ruhun hayatını son derece belirliyor. Ben arınmak istedim bu rollerden. Asıl olanın ne olduğunu bilmek, tanımak istedim. Onunla karşılaşmak ve seyircilerimin karşılaşmasını sağlamak istedim. Bu arınmanın hiç de kolay olmadığını, karanlıkta yolunu bulmak kadar zor olduğunu, ancak bunun mümkün olduğunu yaşatmak istedim.
Almanca'da son derece positif olan bu fenomen için bir kelime bulamayışım çok ilginç değil mi?

Facebook'da bir dostum bir MIS À NU fotografi için 'Mahmutpasa'ya dönmüş buralar' yazmış. Çok güldüm. Çok hakli. Roller, kıyafetler, zaman zaman hummalı bir şekilde sarıldığımız, destek almaya çalıştığımız, zaman zaman da aldığımız, kendimizi onlarsız birer hiçmişiz gibi hissettiğimiz, veya korunmasız kaldığımız kıyafetler, roller o kadar çok ki... Çevreme baktığımda. Insanlara, duruşlara, kıyafetlere. Arkadaşım haklı Mahmutpasa'dan çok farklı değil. Ki bu kötü de değil. Ancak. Öz de çok daha anlamlı bir cevherin olduğunu, çok daha yalın ve asil, unutmamak gerekir. Roller ve kıyafetlerin keyifli birer oyun olduğu, ve o kadarla da kalması gerektiği bilinci son derece önemli benim için. Has olan ciplak durabilmektir.